Freud’dan sonra psikanaliz tarihinde derin iz bırakmış en önemli psikanalistlerden biri olan Melanie Klein, çalışmalarını çocuk psikanalizine dayandırmış ve kuramın odağını içgüdüsel itkilerden nesne ilişkilerine kaydırmıştır. Freud’a göre içgüdüsel itki doyum ararken nesneden bağımsızdır; nesne, tesadüfen keşfedilen ve itkinin boşalımını sağlayan bir araçtır. Klein ise nesnenin arzunun içinde kurulduğunu savunur. Ona göre arzu nesnesi, arzu deneyiminin kendisinde örtük biçimde zaten bulunmaktadır.
Freud’dan farklı olarak Klein, zihni anlamaya içgüdülerden değil ilişkilerden başlar. Bu nedenle bebeğin ilk ilişkisi olan anne ilişkisine büyük önem verir. Yetişkin bir bireyin kişiliğini kavramak için, bebeğin zihinsel dünyasının erken dönemlerden itibaren izlenmesi gerektiğini düşünür. Klein’ın kuramında anne memesi bu nedenle merkezi bir nesnedir.
Meme nesnesi oral dönemde yalnızca besin değil, aynı zamanda yaşam kaynağıdır. Her şey yolunda gittiğinde doyurucu meme, fiziksel ve duygusal yakınlıkla birlikte, doğum öncesi anne–bebek birliğinin kısmi bir yeniden kuruluşuna izin verir. Böylece bebek temel güven duygusunu geliştirir; iyi meme içe yansıtılır ve benliğin bir parçası hâline gelir. Başlangıçta annenin içinde olan bebek, bu içselleştirmeyle anneyi kendi içinde taşımaya başlar. Güvenli biçimde içe yansıtılan bu ilk iyi nesne, sağlıklı bir gelişimin temelini oluşturur.
Bu süreç, doğum öncesi yaşanan birlik ve güven duygusunun birtakım dışsal etkenler tarafından da belirlenebileceğini gösterir. Annenin ruhsal ve fiziksel durumu, doğumun zorluğu, oksijen yetersizliği gibi koşullar bebeğin ilk ilişkisini olumsuz etkileyebilir. Bebeğin yaşama kapasitesi zedelenir; iyi nesne içselleştirilemez. Aynı şekilde annenin bakımındaki aksaklıklar, hoşnutsuzluk, kaygılı tutumu da iyi memeyi kabullenme ve içselleştirme sürecini bozar.
Öte yandan Klein’a göre memeyle kurulan ilk ilişkide bir miktar hüsran ve doyumsuzluk da kaçınılmazdır. Çünkü hiçbir şey doğum öncesi bütünlüğün yerini tam anlamıyla tutamaz. Bebeğin memeye duyduğu özlem sadece açlıktan ya da libidinal itkilerden değil, temel bir kaygıdan da beslenir. Bebek içinde zulmedilme, yok edilme ve nesnenin kendi yıkıcı itkileriyle tahrip edileceği korkusu taşır. Memenin hem doyum sağlayıp hem bu kaygılardan onu kurtarmasını ister. Oysa annenin, bebeğin içsel yıkıcılığını ve zulmedilme kaygılarını bütünüyle yok etmesi mümkün değildir.
Yaşamın ilk aylarında görülen bu korku ve kaygılar paranoid niteliktedir; bunlara karşı geliştirilen savunmalar ise şizoid özellik taşır. Mutlu deneyimlerin yanında üzüntü ve hayal kırıklıkları da bebeğin dünyasında yer alır ve yaşam–ölüm çatışmasını besleyerek iyi meme–kötü meme ayrımını güçlendirir. Bebek, paranoid–şizoid konumda iyi ve kötü nesneleri bölerek ayırır; böylece iyi nesneyi korur. Bu ilksel bölme işlemi, ilerleyen süreçte iyi ve kötü yönleri bir arada tutabilme kapasitesi için gereklidir. Bölme, bir yandan koruyucu bir savunma, diğer yandan bütünleşmenin temel önkoşuludur.
Sevme yetisi, hem bütünleştirici bir eğilim hem de başarılı bir bölme işlemini mümkün kılan bir kapasitedir. Klein’ın iyi–kötü meme ilişkisi bağlamında önem verdiği iki temel duygu haset ve şükrandır. Haset, iyi nesnenin oluşumuna zarar veren, bölmeyi bozan ve bütünleşmeyi engelleyen bir duygudur. Bebek paranoid bir anda memenin iyi sütü kendine sakladığını, onu mahrum bıraktığını düşünür. Memeye bağımlı olduğu için memenin bu gücünü kötüye kullandığına inanır ve haset besler. Haset duyan bebek, iyiyi elde etmek yerine onu bozmayı, hatta yok etmeyi isteyebilir.
Haset böylece iyi nesneyi hedef alır; kötü nesneye değil iyi memeye saldırır. Bu saldırı, bölme mekanizmasını işlerliğini kaybettirir ve iyi olanın zehirlenmesine yol açar. Sonuçta bebek sığınak olacak güvenli bir iç nesne oluşturamaz; umudu zedelenir. Aşırı haset, iyi nesnenin yeniden kazanılmasını da güçleştirir.
Buna karşılık sevgi ve şükran kapasitesi güçlü olan çocuk, iyi nesneyle daha köklü bir ilişki kurar. Şükran, hem başkalarındaki hem de kişinin kendi içindeki iyiliği görme ve sürdürme yetisini güçlendirir. Bebeğin memeden aldığı eksiksiz doyum, memnuniyeti ve iyi nesneden gelen armağanı hissedebilme kapasitesi şükranın temelidir. Bu duygu, bebeğin iyi nesneyi korumasına ve iç dünyasını zenginleştirmesine olanak verir.
İyi ve kötü nesneleri bütün bir nesne olarak algılamaya geçişte çok şey kazanılır. Bu bütünleşmeyle paranoid kaygılar hafifler; bebek depresif konuma geçer. Bütünleşmiş nesne artık hem iyi hem kötüyü içinde barındırır. Bu farkındalık, nesneye verilen zararın büyük ölçüde kendi saldırganlığından kaynaklandığını sezmesine yol açar. Bu seziş yoğun bir suçluluk ve zihinsel acıya, ama aynı zamanda derin bir rahatlamaya neden olur. Bebek artık iyi ve kötüyü birlikte deneyimleyebilmektedir.
Gelişmiş bir kişiliğin temel ölçütü, depresif konumdan çıkarak içsel güvenliği yeniden kazanma kapasitesidir. Klein’ın “konum” kavramını kullanmasının nedeni de budur: Zihinsel sağlık, ulaşılan ve sabit kalan bir nokta değil; sürekli kaybedilip yeniden elde edilen bir süreçtir. İnsan gelişiminin özü, bu depresif konumu yeniden ve yeniden kurabilme, iyiyi ve kötüyü bir arada tutabilme yeteneğidir.