Yetişkinlik, yalnızca kronolojik yaşla değil, ruhsal ve sosyal olgunlukla da tanımlanması gereken bir süreçtir. Özellikle genç yetişkinlik evresinde, birey “Ne artık bir ergen, ne de tam anlamıyla bir yetişkin” konumundadır. Bu dönemi bir “geçiş alanı” olarak görmek mümkündür. Bir ayağı ergenlik sandalında, diğer ayağı yetişkinlik sandalında duran genç, dalgalı suların içinde denge bulmaya çalışır. Bu geçiş, sarsıntılı ve çoğu zaman sancılıdır.
Modern çağın toplumsal ve ekonomik gerçeklikleri de bu sancıyı derinleştirmektedir. Önceki kuşaklar daha erken yaşlarda ekonomik bağımsızlık elde edebilirken, günümüzde eğitim sürelerinin uzaması, iş yaşamına katılımın gecikmesi ve ekonomik zorluklar yetişkinliğin rollerine erişimi otuzlu yaşlara doğru kaydırmaktadır. Bu da bireyselleşme sürecini daha kırılgan hale getirmektedir.
Bu makalede, psikanalitik kuramlar ışığında ayrılma ve bireyselleşme süreçleri tartışılacak; Mahler’in erken dönem kuramı, Blos’un ergenlikteki ikinci ayrılma süreci ve Winnicott’un “yeterince iyi annelik” kavramı üzerinden, yetişkinliğe giden yolun dinamikleri ele alınacaktır.
Yetişkinlik Nedir?
Gündelik anlamda yetişkinlik, biyolojik olgunlaşma, ekonomik bağımsızlık ve toplumsal sorumluluk alma ile tanımlanır. Ancak psikanalitik ve psikodinamik yaklaşımlar açısından yetişkinlik, çok daha derinlikli ve içsel bir gelişim sürecidir.
Freud’a göre yetişkinlik, id’in dürtüleri ile dış dünyanın gerçeklik ilkesi arasındaki dengeyi kurabilme yetisidir. Olgun ego bu dengeyi sağlayarak bireyin arzularını gerçekçi yollarla ifade etmesine, haz ve sorumluluk arasında denge kurmasına olanak verir. Yetişkin kişi; olgun savunma mekanizmaları kullanabilen, kimlik bütünlüğünü oluşturmuş, güvenli bağlanmalar kurabilen, duygusal olgunluğu yerleşmiş bireydir.
Erik Erikson, genç yetişkinlik dönemini (18-29 yaş) “Yakınlık vs. İzolasyon” kriziyle tanımlar. Bu dönemde birey, sağlam bir kimlik geliştirmişse derin ve güvenli ilişkiler kurabilir; aksi halde yalnızlık ve izolasyona sürüklenir. Dolayısıyla yetişkinlik yalnızca bireysel bağımsızlık değil, aynı zamanda ilişkisel derinlik, toplumsal sorumluluk ve yaşamda anlam arayışıdır.
İnsanın gelişimi, bağımlılıktan özerkliğe uzanan bir yolculuktur. Ancak bu yolculukta tam bağımsızlık mümkün değildir; insan, ömrü boyunca ilişkisel bir varlık olarak kalır. Oruç Aruoba’nın da belirttiği gibi, “bağımsızlık, bağımlılıklardan geçerek” mümkündür.
Bu süreçte iki temel ayrılma-bireyleşme dönemi öne çıkar:
1.Mahler’in İlk Ayrılma-Bireyleşme Dönemi (0-3 yaş): Bebek, anneden fiziksel ve duygusal olarak ayrışır, kendi benliğini kurmaya başlar.
2.Blos’un İkinci Ayrılma-Bireyleşme Dönemi (ergenlik): Birey, ebeveyn figürlerinden psikolojik olarak ayrışır, özgün bir kimlik kazanır.
Donald Winnicott, “yeterince iyi annelik” kavramıyla, çocuğun ne ihmal ne de işgal edildiği bir bakım ortamında gelişebileceğini savunur. Annenin destekleyici, fakat işgal etmeyen varlığı, çocuğun “kendi başına olabilme yetisi”ni geliştirmesine olanak verir. Bu yeti, ilerleyen yaşamda ayrılıkları yıkıcı bir kopuş olarak değil, ruhsal büyüme fırsatı olarak deneyimleme kapasitesi sağlar.
Ayrılık, özne için hem zorlayıcı hem de gerekli bir deneyimdir. Winnicott, Mahler ve Blos’un kuramları birlikte düşünüldüğünde gelişim, sevgi ve ayrılık arasında denge kurmayı öğrenmek olarak tanımlanabilir. Kayba tahammül edebilme, hazzı erteleyebilme ve bağımsızlıkla bağlılık arasında denge kurabilme, bireyin olgunlaşmasının temel koşullarıdır.
Otto Rank’a göre insan ruhunun en temel gerilimi, birleşme arzusu (ait olma) ile ayrılma arzusu (özgürleşme) arasındaki salınımdır. Yaratıcılık ve psikolojik olgunluk da bu iki karşıt dürtüyü bastırmadan bütünleştirme becerisiyle mümkündür.
Ayrılma ve bireyselleşme süreçleri, yalnızca çocukluk ve ergenlikte değil, yaşam boyu süren bir dinamik olarak görülmelidir. Bireyin yetişkinlik kapasitesi, erken dönem bağlanma deneyimleriyle yakından ilişkilidir.
“Güvenli bağlanamayan ayrılamaz.”
Güvenli bağlanma, sağlıklı ayrılığın önkoşuludur. Ayrılma ve bireyselleşme, insan gelişiminin temel eksenlerindendir. Gerçek yetişkinlik, bağlanma ile ayrılma arasındaki dengeyi kurabilmekle mümkündür. Hem bağ kurabilen hem de özgürleşebilen birey, yalnızca kendi yaşamında değil, toplumsal düzeyde de üretken, sorumlu ve yaratıcı bir özne haline gelir.