Kulüp başkanımızın ismi, Muzaffer.
Her şeyi yapan, her şeyi bilen. Hiçbir şeyden korkmayan. Karşılaştığı her zorluğu bana bir şey olmaza dönüştüren. Muzaffer, o yaparsa her şeyin hallolacağına inanıyor. Hiçbir şey onu sarsamıyor. O asla devrilmiyor. Bütün zorlukların altından kalkıyor. Tabiat bile onunla uğraşıyor o ne yapıyor ediyor üstesinden geliyor. Ölüm ona hep teğet geçiyor. Başına türlü şeyler geliyor o yine hayatta kalıyor. Yardıma ihtiyacı olmuyor lakin o her şeyi hallediyor. Görünmezi görüyor, o ne derse öyle oluyor.
Hep etkin, hep veren, hep yapan, hep en güçlü, hep en yıkılmaz, en düşünceli, elbet en zeki, en cesur…
Bu “en” ler ruhsallığında hangi zıt diğer “en” lerle dolu?
Dışarıda vurgulanan bu “en” ler içeride hangi zıtlıkları yaratıyor? Madalyonunun diğer yüzü neleri taşıyor?
Elbet bu bir yanılsama… Muzaffer’in içinde bulunan, erişimin olmadığı, üstüne fedakarlık, yılmazlık pelerini serdiği, çıkışına izin vermediği öteki kutbundan ne haber?
Bastırmanın, basıncın etkisiyle git gide bileniyor, hiddetleniyor halbuki bu öteki.
Bir zaman sonra, Muzaffer en acımasızı, en yıkıcısı olmayacak mı bugünün en yapıcı, en onarıcı halinin? Bugünün en kudretlisi bir anda bulmayacak mı sanki kendini en dayanıksızında?
Kabuğunun kandırmacası ne de tekinsiz… içerideki canavar takribi ne zaman savurur dersiniz onu bir diğer kutbuna?
Tahterevalli üstünde kurulu bu düzen. Bir geçiş bile sunmadan, aniden, keskince muzaffer dünya terse dönebilir.
Muzaffer içindeki eksikliklere, insan olmanın beraberinde getirdiği kırılganlığa, yaralanabilir olmaya karşı kendini şeyh ilan eden bir savunma geliştirmiş. İnsani bir takım taraflarının reddine varan, hayatını sıkıştıran, bir başkasından destek alıp rahatlamaya engel olan, gelişimini durduran.
Oysa farkında değil; onu güçlendirdiğini zannettiği bu tanrısal(!) haline abandıkça, en tahammül edemediği eksikliklerini içinde sabit tutuyor. Kendine, cılızlaştırdığı ve zayıflattığı bir iç dünya yaratıyor.
Dolayısıyla bir çıkmaz, bir döngü bu. Kendini eksik hissettikçe içindeki gelişmemiş tarafa, yücelttiği tarafıyla saldırdığı, etki tepki misali bastırdığı kadar zayıf tarafına güç kazandırdığı…
Öyle ya, bastırılan hiçbir şey kaybolmuyor. Daha da güçlenerek geri geliyor. Eksiklik reddedildikçe kırılganlık artıyor.
Muzaffer’in, edilgen ve insani yanlarıyla temas etmesi temenni ediliyor. En başta kendisine kendi içine güvenle bağlanıp daha sonra dünyayla ve başkalarıyla güvenle ilişki kurabilmesi adına. Çünkü aslında hem iç hem dış dünya muzaffer savunmaların yarattığı gibi siyah beyaz değil. Hiçbir şey tamamen iyi, tamamen kötü değil.
Ruhsallık içimizde taşıdığımız her parçanın bir denklemi, bir alaşımı olduğunda; her yanımızın bir ortalaması alındığında bütünlüklü bir yerden tamamlanabilir. Bu, hem güçlü hem zayıf, hem eksik hem tam olmayı bir arada bulundurabilir.
Kendimizi böylesi parçalara bölmek bizden epey enerji götürüyor. Bütünlüklü bir yerden kendine yaklaşmak ise elektrik kaçaklarını önler gibi, şarjımızı hemen tüketmiyor, daha güçlü bir şekilde dünyayı karşılatıyor. İç dünyamızında bir eko modu var yani. Enerjiyi daha ekonomik kullanan, tasarruf yapan, daha sürdürülebilir olan. Kazanılan böylesi bir enerjiyle, yaratıcılık da daha mümkün oluyor, kendinin tadını çıkarmak da. Kendimizi tek kutuba, tek versiyona, madalyonun tek yüzüne sıkıştırmak beraberinde büyük bedelleri getiriyor. Acısını hayatımızdan, canlılığımızdan çıkaran…